Villa Savoye – Le Corbusier Maketi

Seçmeli Maket dersinin final teslimi olarak yaptığım Villa Savoye maketinin ölçeği 1/100. Duvarlarda malzeme olarak 2 mm’lik beyaz fotoblok kullandım. Kolonlar için önce elimde sadece kare çıta olduğu için onları değerlendirdim. Maket bittikten sonra duruşunu beğenmediğim için zeminle 1. katı bağlayanları (yani dıştan gözükenleri) 3 mm çaplı yuvarlak çıtalarla değiştirdim. Böylece daha stabil durdular. Korkuluk ve pencereler için ise buzlu asetat tercih ettim.

Maket parçalarını önce Autocad’de çizdim. Normalde proje maketlerini lazerde kestiğim için maketi dwg olarak hazırlamak çok daha kolay geliyor. Önce ayrı ayrı parçaları çizmek daha sonra keserken çıkan karışıklığı önlüyor.

Maketi kat kat ayırarak yaptım. Zemin, 1 ve çatı olmak üzere 3 farklı kat var. Duvarların yerlerinin doğru olması için her katın zeminine A3’e çıktı aldığım kat planlarını yapıştırdım.

Teslim için ayrıca bir adet ağaç yapmamız istendi. Bakır teli ağaç biçimine getirdim. İskelet olarak kullandığım telin üstüne parçalanmış sünger çim yapıştırdım. Yapıştırıcı olarak Uhu’nun Bastelkleber adlı tutkalını kullandım. İlk sıkıldığında beyaz fakat birkaç saat sonra saydamlaşarak görünmez hale geliyor, ayrıca kokusuz ve ele bulaşınca kolaylıkla çıktığından pattex’e oldukça iyi bir alternatif bence. Tabi pattex gibi hemen kurumuyor ve aynı sağlamlığa ulaşması için birkaç saat geçmesi gerekiyor.

img_5232img_5235img_5273img_5277img_5281img_5288img_5377img_5379

Mimari Tasarım Stüdyosu III (MİM202): Sultanahmet Arkeoloji Müzesi

(Paftalara sağ tık yapıp ‘bağlantıyı yeni sekmede aç’ diyerek orjinal boyutta inceleyebilirsiniz.)

Proje Alanı Hakkında

Proje alanımız olan alanda, eski Bizans Büyük Sarayı’nın kalıntıları bulunuyor ve bu alan Prost tarafından imar planında “Arkeoloji Parkı” olarak işaretlenmiştir. Büyük Sultanahmet yangınından sonra Bizans Büyük Sarayı üzerindeki pek çok yapının yıkılmış olmasını da bir fırsat olarak değerlendiren Prost, bu saraylar bölgesinin eski kentin merkezinde bir arkeoloji parkı olarak düzenlenmesini önermiştir. Arkeoloji parkı olarak işaretlenmiş alana komşu olan Ayasofya, Sultanahmet Camii ve Hipodrom’un bulunduğu alan da kentin tarihi çekirdeği olarak düşünülmüştür. Böylelikle kentin çekirdeğindeki tarihi yapıların yanı sıra, kazılarak ortaya çıkarılacak arkeolojik bulgular da sergilenerek gezilebilecek ve kent mekânına katılabilecektir. Sultanahmet’te bugün kısmen kazılmış saray kalıntıları dışında, Hipodrom etrafındaki Lausos ve Antiokhos saraylarının kalıntıları da yer üstünde görünebilir durumdadır ve korunarak kent içerisinde sergilemeye hazırlanmayı beklemektedir.

Proje Hakkında

  • Müzeyi konumlandırırken öncelikle yukarıda saydığımız korunması gereken kalıntılara dikkat edildi. Sonrasında amaç arazinin kotlarına uygun olacak şekilde, şehrin çeşitli yerlerinden bakıldığında mevcut tarihi silüete etkiyi en aza indirgeyecek bina boyutlandırması oldu.
  • Arazide bulunan şuan otel olarak kullanılan, eskiden hapishane olan tarihi yapıya görüşün kapanmaması sağlandı.
  • Müzenin ana girişi Sultanahmet Meydanı’na bakan taraftan sağlanıyor. Meydanı kucaklayan bir yönelime sahip olan girişten içeri girildiğinde, ziyaretçi geliş amacına bağlı olarak yönlendiriliyor. Geçici sergi alanı ve konferans salonunun olduğu binaya geçmek isteyen ziyaretçi kalıcı sergiye uğramadan hemen girişten bu binaya geçiyor.
  • Müzede çalışan arkeologların ve yönetici ofislerinin bulunduğu binaya giriş ayrı olarak da sağlanıyor ve ana yapıya köprü ile bağlanıyor. Bu binada aynı zamanda kütüphane ve çocuk atölyeleri alanı bulunuyor. Sadece bu bölümlere girmek isteyen kullanıcı, bu ayrı girişten girerek ana müze sirkülasyonuna girmemiş oluyor.
  • Korunması gereken kalıntıların üstü açık bırakılarak hem boşluk yaratıldı, hem de müzenin doğal ışık alması amaçlandı.

“Sonsuz bir ‘Artikülasyon Mekanı’ Olarak İstanbul” – Fikir Yarışması

IAPS-CS Network Kültür ve Mekan Buluşmaları serisinin dördüncüsü, “Sonsuz bir ‘Artikülasyon Mekanı’ Olarak İstanbul” başlığı altında açılan fikir yarışmasına bir arkadaşımla beraber katıldık. Benim katıldığım ilk yarışma olduğu için amacım daha çok deneyim kazanmaktı.

Yarışmada 2 pafta, 1 kısa film ve tanıtım yazısı hazırladık. Hepsini bu sayfada inceleyebilirsiniz.

 

Paftaların üzerlerine tıklayıp büyütebilirsiniz 🙂

 

Palimpsest bir kent olarak İstanbul, birçok kültür katmanından oluşan ve her geçen gün değişerek yeni bir katman oluşturmaya devam eden bir şehir modelidir. Tren vagonları misali arka arkaya biriken bu katmanlar, sınırlarla ayrışmanın aksine bir arada, iç içe geçmiş vaziyette çoğalarak geçmişin izlerini geleceğe aktarıyor. İstanbul’un başına gelen istilalar, depremler, yangınlar, yüzlerce yıl bambaşka medeniyetlere başkentlik yapması şehrin bu multi-kültürel ve çok bileşenli yapısını açıklıyor. Katmanlaşma aslında bir öğrenme biçimidir. Bilgi birikiminin asla bitmediği, öğretilerin katmanları açıp kapattığı ve her katmanda zenginleştiği görülmektedir.

Bizim projemiz her şeyin kötüye gittiği distopik bir senaryoda, küresel ısınma etkisinin buzulları eritmesi ve deniz seviyesinin yükselmesi ile İstanbul’un zamanla sular altında kalması durumunda şehrin nasıl bir yapılaşmaya gideceğine yanıt arıyor. Projede çözüm olarak var olan katmanın üstüne şehre farklı yerlerden ayaklarla inen, mevcut dokuya dokunmayan yeni bir katman önerilmektedir. Temel amaç mevcut katmanın kendi haline bırakılarak tamamen terk edilmesi değil, geçmiş katmanla bir ilişki içinde olmasıdır.

Bunun yanında daha önce var olan katmanlarla da ilişki içinde olup öğrenme sürecinin devamlılığının korunmasıdır. Burada sorulması gereken en önemli soru, bu yıkımdan sonra İstanbul’un katmanları arasındaki ilişkiyi nasıl koruyacağıdır. Bu sorunun cevabı, bizim projemizin ana fikrini oluşturmaktadır.

Projemizde kendi katmanımız ile geçmiş katmanlar arasındaki ilişkiyi önemseyip bazı yerlerde suya değerek bazı yerlerde ise sadece sosyal boşluklar yaratarak bunu sağladık.

Kısa filmde ne anlatmak istediğimize gelecek olursak; İstanbul 1923 te başkentin Ankara olmasından önce, yüzlerce yıl boyunca birçok imparatorluğa ve büyük devlete başkentlik yapmış, farklı medeniyet ve kültürlerin gözbebeği olmuş bir şehirdir. 330-395 Roma, 395-1204 ve 1261-1453 Bizans (Doğu Roma), 1204-1261 Latin İmparatorluğu ve sonrasında 1453 işgali ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olmuştur. Tabiki tüm bu bayrak değişimlerini gerçekleştiren işgaller sırasında şehre her seferinde büyük zararlar verilmiştir. Aslında şuan gördüğümüz bu çok katmanlılığın sebebi de budur.

Kısa filmde de bu kıyımları katman katman nasıl gördüğümüzü anlatmak istiyoruz. Açılış karesinde 1422 tarihli ve şuan İstanbul’un bulunan en eski haritası olma özelliğini taşıyan haritayı görüyoruz. Daha sonra sırasıyla 1572, 1786, 1893, 1922 ve son olarak 2018 yılının haritalarını katmanlaştırmada kullandık. Üste gelecek her katmandan önce yaşanan yıpratma o kadar fazla ki, bunu dramatik olarak yansıtmak istedik. Bu yıpratmalar sonucu ise 2018 yılında bile hala 1422 yılına ait katmandan kalıntılar görebiliyoruz, bu da şehrin ‘palimpsest’ olarak adlandırdığımız özelliğini yansıtıyor.
2018 yılından sonra ise yukarıdan dökülen su, bizim projemize ait kısmın başlangıcını anlatıyor. Düşündüğümüz ütopik dünyada İstanbul’un bazı bölgelerinin sular altında kalması durumunda nasıl bir çözüme gidilebileceğini projemizde anlatmıştık. Böylelikle paftalar ile kısa film arasında bir bütünlük yaratmak istedik.

Videoda kullandığımız müzik; Camel grubuna ait Stationary Traveller isimli solo parça ise bizce İstanbul’un dramatik hikayesine oldukça uygun düşüyor.

 

Ekip arkadaşım Şükrü Kılınç‘ın bloguna aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz: http://okumalar97.blogspot.com/

Mimari Tasarım Stüdyosu IV (MİM301) – Sanal Mekanlar Mimarlığı Müzesi

Sonunda A ile geçtiğim bir stüdyonun final paftalarını ve ilk kez 3D print tecrübesi edindiğim maketimi gururla sunarım :))

 

pafta 1pafta 2

 

pafta 4pafta 3

Hipodrom’dan Atmeydanı’na – Sultanahmet Meydanı’nın Öyküsü

IMG_7104.JPG

 

Bu konu başlığı altında MİM 202 stüdyo projesinde (Proje 3)  alanım olan Sultanahmet Meydanı hakkında yaptığım araştırmaları bulacaksınız.

Seza Sinanlar‘ın tezi, herkese hitap etmesi için ‘Atmeydanı: Bizans Araba Yarışlarından Osmanlı Şenliklerine’ isimli bir kitaba dönüştürülmüş.

Kitapta alana çok iyi hakim olmanızı sağlayacak detaylı planlar, gravürler, restitüstonlar ve fotoğraflar bulunuyor. İnternette parça parça aramaktansa böyle bir kaynağa sahip olmak bütüncüllük açısından çok önemli.

Anıtsal bir alan >> Tören alanı >> Başkaldırı meydanı >> Açık hava müzesi

IMG_7103.jpg

Sadece içindekilere bakarak bile bölgedeki katmanlaşmanın boyutunu görebilmek mümkün.

Hipodrom günümüzde ayakta kalmayı başarabilseydi, İstanbul’un turistik değeri, Kolezyum’a sahip olan Roma’dan bile daha fazla olacaktı. Oysa şimdi kalıntıların üstünde bir lise ve rektörlük binası bulunuyor ve zemin seviyesi hipodromun pistinden 2-3 metre yukarı çıkmış durumda.

 

IMG_5180.JPG

  • Hipodrom, Bizans döneminde adeta bir açık hava müzesi.
  • Antik dünyanın en büyük hipodromu, açılış tarihi 11 Mayıs 330.
  • Şehir insanı Pagan dininden Hristiyanlığa geçince, yaşayışları da değişir.
  • Tapınakların yerine kiliseler yapılır, tiyatrolar ise din dışı kabul edilip terk edilir.

IMG_5189.JPG

  • Fakat din adamları karşı çıksa da hem Bizans halkı hem Saray, hipodrom yarışlarına gitmeyi sürdürür, Hristiyanlık içinde sahip çıkar.
  • Kitapta ayrıca meydanda hala varolan/olmayan sütunlar hakkında da geniş bilgi yer alıyor. Nasıl ve nereden getirildiler, nasıl yok oldular, hangileri hala mevcut, nasıl muhafaza ediliyorlar vs.
  • Örme sütun, orjinalinde bronz levhalarla kaplıydı. Latin istilası sırasında, istilacılar silah yapmak için pek çok bronz eseri eritmişler.

IMG_5181.JPG

  • İstanbul’a gelip geçen her uygarlık Sultanahmet’in önceki geçmişine zarar vermiş demek doğru olur.
  • Bizans döneminde yarışlar o kadar önemliymiş ki, yarış günleri tatil günü ilan edilirmiş.
  • Devlet yöneticileri bu yarışları kendi meşruiyetleri için kullanırmış.
  • Zamanla takımlar kurulmuş, taraflar arasında büyük kavgalar çıkarmış.
  • Bilet alma, tribün farkı gibi kavramlar daha o zamanlar varmış.

2018-12-15.png

  • İmparator Iustinianos’un karısı, İmparatoriçe Theodora, aslında bir hipodrom dansçısıymış. En alttan en tepeye yükselen bir kadın. Ben onu bu durumdan ötürü Kanuni Sultan Süleyman’ın karısı Roxelana’ya, bildiğimiz adıyla Haseki Hürrem Sultan’a çok benzetiyorum. Tarih tekerrürden ibarettir 🙂

 

IMG_7105.JPG

 

  • 532 yılında taraflar arasında çıkan bir kavgada büyük bir yangın çıkar. Ayasofya da olmak üzere şehrin dörtte biri tahrip olur. Daha sonraları Nika İsyanı olarak adlandırılan bu olay, 6. yüzyıl öncesi mimariyi siler.
  • At yarışları için oluşan taraflaşma, insanların oturdukları semtleri bile etkilemiş. 
  • Yarışlar bir zaman sonra öyle bir hal alır ki, sportif rekabetten çok siyasi ve dini iktidar çatışmasına döner.

IMG_5184.JPG

  • Atmeydanı hem kamusal hem politik bir mekan, halkın doğrudan tepkisinin ölçülebildiği bir iletişim mekanı. Bu özelliğini yüzyıllar boyunca dönem dönem yitirse de, tekrar geri kazanmayı hep başarmış.
  • “Tanrı’nın Ayasofya’sı, İmparatorun Trinikulumu (Büyük Saray’da altın kaplamalarla süslü yemek odası) varsa, halkın da hipodromu vardır.” -Tarihçi Alfred Rambaud

 

2018-12-20 (4)

  • Bizans’ın çöküş döneminde, işgalci Latinler şehrin sonunu getirmiş, talan etmişler. Latin egemenliğinde geçen 50 yılda Hipodromdan ve Büyük Saray’dan sürekli taş çıkarıp yapıların yok olmasına ön ayak olmuşlar
  • Büyük Saray’ın kalıntılarını bugün Ayasofya ile Four Seasons Oteli (sarı binalar) arasındaki kazı alanında görüyoruz. O alanın hikayesi ise tamamen ayrı bir başlık konusu.

Basdogan_Basdogan_D070920_128.jpg

2018-11-04 (2).png

 

Kitapta bölgenin Osmanlı Dönemi’deki haline dair ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz. Cumhuriyet sonrası döneme de biraz değinerek 2000’lere kadar olan dönem kapsanmış.

Mimaride Metafor Kullanımına Bir Örnek: Ingalls Rink

1

Ingalls Rink bir hokey pisti. Yale Balinası olarak da bilinen Ingalls Rink (Rink=Pist), Finlandiyalı mimar Eero Saarinen tarafından tasarlanmış ve Amerika’da (New Haven, Connecticut) 1959 yılında inşa edilmiş.

2

Yapı aslında kabuk tasarımı ile ünlü. Zirve noktasında 23 metreye kadar yükselen çatı 91 metrelik betonarme omurga ile destekleniyor.

11

Binanın kabuk tasarımında, balinanın zıplama hareketinden ilham alınmış. Yani metafor balina diyebiliriz.

Balinanın omurga yapısının eğriliğini ve ayrıca çatı çerçevesini vurgulamak için lineer ve minimal aydınlatma elemanlarını tercih etmiş mimar.

8

Konseptin ardında yatan felsefe ise, “Yale balinası” için okyanus düzenine sahip bir yaşam ortamı yaratmakmış.

Yani mimar aslında balinanın spesifik fiziksel özelliklerini tasarladığı hokey pistinde olması gereken özelliklere entegre etmiş ya da yansıtmış diyebiliriz.

Pistteki geniş atmosfer ve doğru akustik aslında balinanın bu kıvrımlı yapısıyla sağlanmış.

7

Yapının iç kısmının eğimli rampalarında dış çatı hattı izlenmiş ve böylelikle kullanıcıların yapının formunu hissetmesi amaçlanmış.

Çatı strüktürü alüminyum halatlar ve ahşaptan oluşuyor. Yani asma-germe sistem.

3

Yapının amacına özgü tasarım kriterleri göz önünde bulundurularak, tasarım farklı işlevlere uygun ve aynı zamanda insan vücudunun her alanda yani pistin her bölgesinde oyunu iyi deneyimlemesi ve tepki vermesi sağlanmış.

4

Yapı 2009 yılında yenilenmiş ve yenilenen pistin kapasitesi 3.500 izleyici.

 

5Pistin inşası sırasında çekilmiş bir fotoğraf.

6İlk açıldığı zamanlardan.

10Vaziyet Planı

13Kesit 1

12Kesit 2

9Mimarın eskiz çizimleri.

Kaynakça:

■https://architizer.com/projects/yale-university-david-s-ingalls-rink/media/1385557/

■https://www.engr.psu.edu/ae/thesis/portfolios/2014/cih5144/Building%20Stat/Building%20Statistics%20Combined.pdf   (Pennstate Üniversitesi – Tez Çalışması)

■https://www.archiweb.cz/en/b/hokejovy-stadion-david-s-ingalls-ingalls-rink-yale-bulldogs